KAYBOLMA TEHLİKESİ KARŞISINDA ZAZACANIN GELECEĞİ
Ahmet KAYINTU*
ÖZET
Günümüz dünyasında iletişim alanındaki devasa yenilikleri arkasına alan küreselleşmenin, ulusal sınırları belirsiz hale getirmesiyle, belirli ölçülerde küreselleşmeye karşı artan tepkilerin ifadesi olarak da açıklanabilecek gerekçelerle, yerel kültürlerin korunması ve canlandırılması çalışmaları ivme kazanmıştır. Bu kapsamda yapılan kültürel çalışmalar, en iyi ifadesini dil alanındaki faaliyetlerde bulur. Toplumsal, kültürel ve bireysel kimliğin bir ifadesi olarak, dilin doğuşu ve gelişimi o dili konuşan insanlar sayesinde olduğu gibi, dilin kaybolması yani ölümü de yine insanın ölümü ile gerçekleşmektedir. Başka bir ifadeyle dil, onu konuşan son insanın ölümüyle kaybolur. Böyle bir tehlike ve tehditle karşı karşıya bulunan bir dil olarak Zazaca, bu özelliğiyle türünün tek örneği olmamakla birlikte, tüm dünya dillerinin yaklaşık % 96’sıyla aynı yazgıyı paylaşmaktadır. Zira bugün dünya nüfusunun % 96’sı, dünya dillerinin sadece % 4’ünü konuşmaktadır. Bundan dolayı dünya dillerinin neredeyse tamamına yakını gibi Zazaca da, orta ve uzun vadede kaybolma tehdidi altındadır. Bilindiği üzere, on dokuzuncu yüzyıldan itibaren ulus devletlerin yükselişi, bu devletlere hâkim rengini veren hâkim halkların dillerinin, resmi dil statüsüyle ayrıcalıklı bir konuma yükseltilmelerini sağlamış ve temel iletişim ve eğitim dili olarak onaylanmasına ve dolayısıyla gelişme göstermelerine yol açmıştır. Bu durumdan olumsuz etkilenen diğer diller, hızlı bir gerileme sürecine girerek, toplumsal hayatın görünür alanlarından silinmeye başlamış, yüz tutmuş ve bir gerileme sürecine girerek, dar bir alana hapsolmuş, ancak aile içindeki bireyler ve sokaktaki kimi insanlar tarafından kullanılan sınırlı bir iletişim aracı düzeyine inmiştir. Zazaca’nın, benzer konumda olan diğer diller için de geçerli bir zorunluluk olmak üzere; tarihsel, kültürel, sosyolojik, bi-
* Yrd. Doç. Dr., Bingöl Üniversitesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü, akayin76@gmail.com
yolojik çeşitlilik ve zenginlik bakımından olduğu kadar, insanlığın evrensel ortak mirasının bir parçası olarak da korunması gereği vardır. Zira bir dilin kaybolmasıyla, telafisi mümkün olmayan bir yitim olarak insanın ölmesi arasında yakın bir ilişki vardır. Dilin kaybolmasının bir diğer düşündürücü sonucu, insanlığın ortak entelektüel mirasının kısırlaşmasına yol açmasıdır. Bu gerçeklerden hareketle, insanlığın ve ülkemizin vazgeçilmez ortak bir kültür mirası olan Zazaca’nın, varlığını sürdürmesini sağlamak amacıyla yapılacak çalışmalar bu yazının konusunu oluşturmaktadır. Bu bağlamda, Zazaca’nın korunması ve gelişiminin sağlanması yolunda, dünyanın çeşitli bölgelerinde ve ülkelerinde yapılmış karşılaştırmalı örnekler eşliğinde, önceliklerin tespiti, toplumsal farkındalık oluşturma, bilgi toplama gibi süreçleri içeren çalışmalar ve bu konuda alınacak önlemler üzerinde durulmaktadır.
1995 yılında Tokyo üniversitesinde düzenlenen bilimsel bir toplantıda, kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya olan diller sempozyumunun açılış konuşmasında, dillerin tarih boyunca çeşitli nedenlerden dolayı kaybolmuş oldukları, ancak şimdiye kadar hiçbir zaman dillerin böylesine topluca kaybolduğu bir dönem yaşanmadığı ve dilbilimcilerin şu an üzerinde çalıştıkları dillerin büyük bir kısmı gelecek nesillere ulaşamadan kaybolup gideceği dile getirilmiştir. Birçok insanın kültürel mirası hala emekleme aşamasındadır. Yine aynı yıl kurulan Tehlikede Olan Diller Derneği, şu tespitlere yer vermektedir:
Dilbilimciler arasında, dünya dillerinin yarısından fazlasının, bir sonraki nesillere aktarılamadan kaybolduğu konusunda ortak bir düşünce vardır. Biz ve çocuklarımız, belki de iki nesil arasında ve tarihin çok önemli bir dönüm noktasında bulunmaktayız. Çünkü belki sadece iki nesil sonra dünyadaki birçok dil yok olacaktır.[1]
Dillerin kaybolmasının birçok nedenleri vardır. Bunlardan biri doğal afetlerdir: Deprem, sel, çığ, hastalık gibi olaylar sonucu, toplu ölümlerin meydana geldiği bölgelerde, sınırlı bir nüfus olması durumunda, dilin gelecekte varlığını sürdürme olasılığı oldukça zayıflayacaktır. Doğal nedenlerin dışında, göçmenlik, eğitim, işgal gibi ekonomik, siyasi ve kültürel faktörler, dilin varlığını ve geleceğini doğrudan etkilerler.[2] İmparatorluklar çağında yerel ve azınlık dillerinin kaybolması, emperyalizmin ve sömürgecilik politikalarının sonucuydu.[3] Azınlık dillerini konuşan insanlar, çocuklarının daha iyi eğitim ve iş olanaklarının güvencesi olarak gördükleri çoğunluğun dilinde eğitim görmelerini istemektedirler. Kimi azınlıklar ise, kendi dillerinde eğitim görme şansına sahip olamadıkları, çoğunluğu oluşturan toplumu üstün gördükleri ve kendi dilleri yeterince önemsenmediği için, iletişim ve eğitim dili olarak çoğunluğun dilini tercih ederler. Diğer bir neden de anadilleri dışında başka bir dili konuşan ilk nesillerin bu yeni dili öğrendikten sonra, bunu anadillerinden daha üstün görüp aile içinde de bu dilde konuşmayı teşvik etmeleridir. Bu aşamada yeni dil ile ilk karşılaşanlar çift dilliliği benimsemelerine karşın, onların çocukları eski dillerini tamamen unutup yeni dili benimserler.
Bunların dışında, çoğu bu yüzyılda gelişimlerini tamamlayan ulus devletlerin, azınlık dilleri ile yerel dillere yönelik tutumlarının da, dillerin kaybolmasında çok büyük etkileri olmuştur. En önemlisi, ulus devletlerin farklı dillerin varlığını, kendi birlik ve bütünlüklerine yönelik bir tehdit olarak algılamalarıdır.[4] Ulus devletlerin resmi dil dışındaki dillere yönelik tutumu üç şekilde ele alınabilir: İlki bu dilleri ulus devletin birliği ve bütünlüğü açısından bir tehdit olarak algılamak ve yasaklamaktır. İkincisi yerel dilleri toplumsal hayatın sadece eğlence ortamıyla ve sokakla sınırlı tutmak; iş, eğitim, kültür, iş, ticaret, bilim ve teknik gibi hayatın ciddi yönlerinden soyutlamaktır. Amerikan toplum dilbilimci Joshua Fishman’ın nitelemesiyle, yerel dili toplumundan ciddi alanlarından soyutlayarak ve statüden mahrum bırakarak ‘folklorik’ bir unsur haline getirmektir. Buna itibarsızlaştırma da denebilir. Günümüzde, Zazaca’nın karşı karşıya kaldığı kritik sürecin kökenlerini tam da buralarda aramak gerekir. Ve görsel medya aracılığıyla bu itibarsızlaştırmanın bugün de devam ettiği söylenebilir. Üçüncüsü ise aldırışsızlık olarak nitelenebilecek tutumda ifadesini bulan bir başka değersizleştirme şeklidir. Yine kimi duygusal yaklaşımlar dillerin hak ettiği konumdan daha geri konuma itilmelerine ve diller arasında haksız bir rekabet ve statü farkı meydana getirir. Örneğin Zazaca için “birkaç bin kelimeden ibaret” gibi nitelemeler söz konusu dili de, onu konuşan insanları da ötekileştirmektir. Hâlbuki bütün diller eşit oranda estetik ve iletişim aracı olma özelliğine sahiptir.
Diller başlı başına ilginçtir
Antropolojinin öncülüğünü yaptığı ve Batıda yaygın bir şekilde gören anlayışa göre diller arasında nitelik açısından farklılıklar bulunmaktadırlar. Kimi diller kelime sayısına ve soyut kelime varlığına dayanan bir ölçüden yola çıkarak dilleri değer sınıflamasına tabi tutmaktadırlar. Bütün diller eşit oranda karmaşıktır. Çevresel ve iklim koşulları dilin sözcük dağarcığını şekillendirir. Gelişmiş Avrupa toplumlarında teknik ve teknolojik sözcükler ağırlıkta olmasına karşın, örneğin tropikal ormanlarda yaşayan toplulukların dağarcığının zenginliği bu alanda kendisini gösterecektir. Arap toplumlarında deve ve çöl yaşamı, Eskimolarda kış iklimi ve kar ile ilgili son derece detaylı betimlemeler yapılmasına olanak veren ölçüde, başka dillerde görülmeyen çok sayıda sözcüklerin varlığı dillerin, kendi mensuplarının her türlü ihtiyaçlarına cevap verebilecek karmaşıklığa ve özgünlüğe sahip olduğunu göstermektedir. Dile ilişkin gibi görünen, zengin-kısır, basit-karmaşık gibi değer hükümleri aslında dile ilişkin olmayıp o dili konuşan insanlar için kullanılan nitelemelerdir. Gelişmiş bir toplumun geri kalmış bir topluma göre durumu, iki toplumun diline kuşatacak bir kapsam genişliği içinde kullanılır. Yerel diller değerli görülmektedir, zira bu diller sadece kişisel değil aynı zamanda toplumsal kimliğin de birer ifadesidir. Ve dil ayrıca toplumsal dayanışmayı, canlılığı, kültürel gelişmeyi de beraberinde getirir ve toplumsal özgüvenin kazanılmasına katkıda bulunur. Bu açıdan insanlar dile maddi yatırımda bulunmaktadırlar.
Bütün bunların sonucu olarak, insanlar geri kalmalarının ve mahrumiyetlerinin sorumlusu olarak gördükleri ana dillerini konuşmaktan utanç duymaya başlar. Aynı şekilde insanların kendilerine yarar ve statü sağlayacağına inandıkları çoğunluk dilini öğrenmeye daha çok istek duyacaklardır.[5] Ulus devletlerin, azınlık dilleri ile yerel dillere yaklaşımları arasında farklılıklar vardır. Azınlıkların sayısı ve anavatanla olan bağlantıları azınlık haklarının koruma şemsiyesi altına alınmalarını kolaylaştırmıştır. Yerel diller için ise bu avantajdan ve korumadan yoksun olmalarından dolayı zayıflamışlardır. Günümüzde dünyada dil çeşitliliği konusunda olumlu tutum içinde olan ülkelerin sayısı sınırlıdır. Bu olumsuz tutumun, ulus devletlerin uygulamalarında görüldüğü üzere, bir devlette tek dilli bir toplum düzeni oluşturmanın gerçekten haklı gerekçeleri var mı? Bütün insanların tek dili konuşmaları iletişimin ve anlaşmanın daha iyi sağlıklı olması bakımından daha iyi gibi görünse de, homojen bir nüfus yapısına sahip olan ülkelere de iç savaşların olması, anlaşmazlıkların varlığı, tek dilliliğin çözüm olmadığını ortaya koymaktadır. Örneğin Vietnam, Kamboçya, Ruanda gibi ülkelerde iç savaşların olması gibi. Diğer bir sorun, tek dil olması durumunda hangi dilin resmi ve ortak dil olacağı konusunda tartışmaların önüne geçilemeyeceğidir. Çoğunluğun, azınlıkların dilini asimile etmesi de, azınlığın dilinin çoğunluğa yaygınlaştırılması ve dayatılması da doğru bir davranış biçimi değildir. Bu durumda insanların uğruna dillerinden vazgeçecekleri bir dili gönüllü olarak benimsemeleri de mümkün değildir. Günümüzde özellikle bilişim, teknoloji, ticaret tıp ve elektronik gibi alanlarda terminoloji birliğini sağlamaya dönük çabaların ürünü olan ortak dilin varlığı, diğer dillerin rağmına bir durum değildir. Zira bu dillerin biri kimlik diğeri sadece anlaşma aracı olma gibi farklı iki konumu ve işlevi vardır ve bundan dolayı bir çatışma içinde olmaları zorunlu değildir. [6]
Çeşitliliğin önemi ve korunması
Son yıllarda, dilsel çeşitlilik ile biyolojik çeşitlilik arasında kimi benzerlikler ve paralellikler kurulmuştur. Günümüzde belirli bir bilinç düzeyine erişmiş hemen her insan, biyolojik çeşitliliğin iyi bir şey olduğunu ve mutlaka korunması gerektiğini düşünmektedir. Çünkü bir türün soyunun tükenmesi ile diğer türlerin varlığının devamı ve sağlıklı gelişimi arasında pozitif bir ilişki vardır ve buna karşın, bir tütün soyunun tükenmesi ile diğer türlerin zarar göreceği biçiminde özetlenebilecek bir ilişki vardır.[7] Dilsel çeşitliliğin önemi ve bir dilin kaybolmasının meydana getireceği zararlar konusunda, henüz istenen düzeyde bir bilincin geliştiği söylenemez. Oysa doğanın dengesinin bozulmasına yol açan bu durum, dilsel çeşitlilik söz konusu olduğunda sanılandan çok daha büyük bir etkiye sahiptir ve risk potansiyeli de o ölçüde yüksektir. Ekosistem ve biyolojik çeşitlilik ile dilsel çeşitlilik olgusu arasındaki benzerlik şu sonuca götürecektir: Dil bağlamında en güçlü sistemler, içinde en fazla çeşitlilik barındıran diller olup, sosyal ve kültürel dayanışması en güçlü olan ülkeler de, içerisinde en fazla çeşitliliğe yer veren ülkeler olmaktadır. İnsanoğlunun yeryüzüne egemenlik kurmasında yine değişen doğa ve ikim koşullarına uyum sağlama yeteneğini göz önünde bulunduran ve kültürel ve dilsel çeşitliliği önceleyen ülkeler olmaktadır. İnsanlık mirasının gelişerek devam etmesi ve sonraki kuşaklara aktarılması sürecinde yine bu çeşitliliğin önemi göz ardı edilemez. Hale, söz konusu çeşitliliğin azalmasının, tıpkı bir bitki veya hayvan türünün yok olması sonucunda yerinin bir daha doldurulamayacak kadar büyük bir zarara ve kayba yol açması gibi, yerel dilin ölümü de telafisi mümkün olmayan doğal bir kaynağın yitimi olarak nitelendirir.[8] Bu bakımdan Zazaca’nın kaybolması, yerinin doldurulamayacak bir yitim olduğu açıktır. Biyolojik çeşitliliğin zararı fiziki durumla ilgili iken, dilsel çeşitliliğin zararları bir toplumu ve o toplumun kültürel unsurlarının tamamını derinden etkileme potansiyeline sahiptir. Gelişme de diğer dillerden yerel dile yapılan aşılamalarla mümkündür. Dillerin sözcük dağarcığındaki çeşitlilikte görüldüğü üzere, farklı dillerin ödünç sözcük alması, o dilin diğer dillerle tarihsel ilişki içinde olduğunun göstergesi olarak kabul edilir. Her bir sözcüğün farklı bir tarihsel süreci olabileceği gibi, bu dillerin her birisi bir dünya görüşünün ve bir kimliğin ifadesi olup, aynı zamanda kültürün kalbidir ve bütün kültürel faaliyetlerin özünü oluşturur.
Diller insanlık bilgisine katkıda bulunur
Her yeni dil insana yeni bir dünyanın kapılarını aralar, yeni bir ruh ve yeni bir ufuk kazandırır. Dünya bir görünüm mozaiğidir. Ve her bir dilin kaybolmasıyla bu mozaiğin bir parçasını yitiririz. Her şeyi kültürel bilgi ile birleştirip bir toplumun üyeleri arasında hem eş süremli hem de art süremli olarak iletilmesini ve sonraki nesillere aktarılmasını sağlayan dildir. Batılılar diğer toplumlarla ilgili öğrenmek istedikleri hemen her şeyi öğrenmek için ilk başvurdukları konu dil olmuştur. Günümüzde hayvancılık, tarım, botanik ve tıp bilimlerinin başvurduğu yerel dillerden elde ettikleri bulguların deneysel gözlemlere göre çok daha verimli sonuçlar ortaya koyduğu kanıtlanmıştır.[9] Örneğin birbirine son derece benzeyen iki bitki arasında her hangi bir ayrımın yapılamadığı ve farklarının ortaya konamadığı durumlarda, o bitkinin yerel dildeki isimlerine bakılır. İki ismin farklı adının olması durumunda, bu bitkinin farklı bir türe ait olduğu ve farklı bir işlevi olduğu anlaşılır.
Bir toplumun tarihi, kültürünün geçirmiş olduğu evreler, dünyayı anlama ve algılama biçimi ancak karşılaştırmalı bir sözcük analizi ve varsa arkeolojik buluntular sayesinde ortaya çıkarılabilecek bir husustur. Dolayısıyla Zazaca’nın araştırılması, sadece bu dilin tanınması ve gün yüzüne çıkarılması ile sınırlı bir durum değildir; bu konuda ortaya konacak her türlü çalışma ve keşif bu dili konuşan insanların dolayısıyla Zazaların da tarihinin, kültürünün ve varlığının karanlıkta kalan bir yönüne ışık tutacaktır. Zazalar ve Zazaca gibi neredeyse hakkında yazılı, görsel ve arkeolojik iz bulunmayan bir dil ve o dili konuşan halklar için yapılacak tek geçerli hareket noktası dildir. Dillerin genetik araştırması, insanların ilk evrelerindeki gruplaşmalar ve hareketlilikler için de yol gösterici niteliktedir. Dil onu konuşan her insanın zihin yapısını, çalışma prensiplerini, entelektüel zenginliğini ve dilsel kategoriler içinde kendisini ifade etme biçimini veren sistemdir.[10] Ezra Pound’un belirttiği gibi, insan bilgeliğinin tamamını kapsayan tek bir dil yoktur ve insanın tüm anlama derecelerini kapsayan hiçbir dil bulunmamaktadır. Nasıl ki, bütün insanlık mirasını ortaya koyacak kudrette bir tek insan toplumundan söz etmek mümkün değilse, bir tek dilin bütün anlam katmanlarını tüketmesi bir dil için düşünülemez. Bu durumda dilin ve günümüzde dillerin ölmesi bir başka anlamda filozofların, entelektüellerin, şairlerin, yazarların bilginlerin, tarihçilerin ölmesi demektir. Şöyle bir düşünelim: Dünyada yaklaşık 6000 dil vardır ve sadece bir kelime, örneğin “güzel” kelimesinin 6000’den fazla söylenişi vardır. Bunlardan en az birinin kaybolması bile bir “güzel”in yitirilmesi demektir.
Yirminci yüzyılın son yirmi yılında Avrupa’da bölgesel ve azınlık dillerine yönelik ilginin artmasıyla, dünyanın diğer bölgelerinde ve ülkelerinde de toplumların dile ilgisinin arttığını ve zamanın ruhunun da bu canlanmaya uygun olduğunu gösteren pek çok işaretlerin olduğu bir dönemden geçilmektedir. 1981’de Avrupa Parlamentosunda, bölgesel diller ve kültürler ve azınlık dillerinin haklarını güvence altına almak için bir yasa teklifi verilmiştir. Teklif 1992’de yasalaştır ve 1998’de uygulamaya konuldu. Yasa, azınlık dillerinin hayatın her alanında ve toplumun her kesiminde korunması ve güvence altına alınmasını önemli ölçüde hükme bağlamıştır. Diğer kuruluşlar özellikle, Avrupa Az Konuşulan Diller Bürosu, Avrupa Birliği kültürleri ve dilleri çeşitliliğinin teşvik edilmesi sürecinde çok önemli yararlıklar göstermiştir. Başlangıçta aralarında Hırvatistan, Finlandiya, Macaristan, Lihtenştayn, Hollanda, Norveç ve İsviçre’nin bulunduğu yedi ülke bu yasayı onaylamış, bunları Avusturya, Güney Kıbrıs, Danimarka, Almanya, Lüksemburg, Malta Romanya, Slovenya, İspanya, Makedonya, Ukrayna ve İngiltere izlemiştir. Günümüzde ABD’de, AB’de, Brezilya’da, Nijerya’da, Guatemala’da tehlikede olan diller konusunda akademik merkezler kurulmaya başlanmıştır. Bu akademik merkezler yerel topluluklarla hükümetler arasında iletişim aracı işlevi görmekte ve tehlikede olan dilleri canlandırma konusunda gereken enerji ve kaynakları temin etmektedirler.[11] Bu merkezlerin elde ettiği önemli başarılardan biri yerel dillere resmi statü kazanımlardan olmalarıdır. Daha büyük ölçekli organizasyonlar içinde UNESCO ve BM kendi içinde kurdukları çeşitli birimlerle bu sürece katkıda bulunmaktadır. Bütün bu gelişmelere karşın tehlikede olan diller, baskılardan kurtulabilmiş ve gelişmelerinin önündeki engeller ortadan kaldırılabilmiş değildir
Nereden başlanmalı?
Dili unutulmaktan kurtarmak mümkündür ve bu konuda pek çok çalışma yapılabilir ve yapılmıştır.[12] Dünyada da bunun pek çok örneği vardır. Yapılması gereken ilk şeylerden biri Zazaca hakkında bilgi toplamaktır. Burada da Zazaca’nın bugünkü durumu hakkında bilgi toplamanın gereği vardır. “Ancak ayrıntılı ve kapsamlı bir araştırma, dilin durumunu tam olarak ortaya koyabilir.” Zazaca’ya konuşan insanları bulmak ve onların Zazaca’ya ilişkin tutumları ile parçası oldukları toplumun Zazaca’ya ilişkin tutumları önem arz etmektedir. Yapılacak çalışmalar Zazaca, Zazalar ve yaşadıkları çevre olmak üzere üç kısımda ele alınmalıdır. Önceliklerin başında, maddi kaynak ayırmaktır. Çok sayıda insana ulaşmak, yerel ve ulusal medyanın gücünden yararlanmak ve halkı bilinçlendirme kampanyaları düzenlenmelidir. Zira önce duyarlılık ve ihtiyaç ile birlikte motivasyon uyandırılmalı ve halkın ilgisi çekilmelidir. Toplumun dikkatini dil konusuna yöneltmek Zazaca gibi tehlike altında olan bütün diller için başarılması güç bir konu olsa da, ilk kazanımların ardından bunun başarıldığı gözlenmiştir.[13] Bu süreçte dil ile bilimsel anlamda herhangi bir ilintisi olmayan kişi, kurum ve kuruluşlarla da temasa geçmenin büyük önemi vardır. Bu kesimleri, dilin kaybolmasıyla birlikte bunun olumsuz sonuçlarının neler olacağı, bireysel ve toplumsal yaşamın bugünü ve geleceğinin böyle bir olumsuz tablonun etkisiyle nasıl şekilleneceğine dair bilgilendirme gereği vardır. Yapılması gereken diğer çalışmalar arasında dilin sorunun, merkezinde olduğu edebi eserlerin gündeme getirilmesi, faaliyetlerde bulunulması gerekmektedir.
Toplumda olumlu tutum geliştirmek
Toplumda dile yönelik tutumlarda homojenlikten bahsetmek mümkün değildir ve dil konusu, bireylerden aileye ve topluma kadar çeşitli düzeylerde ve biçimlerde kendisini gösterir ve buna bağlı olarak dile ilişkin tartışmaların yansımaları da farklılık arz eder. Örneğin anadil dışında başka bir dili konuşan ve bu dille ilk kez karşılaşan ilk nesiller, henüz bu yeni dili öğrenme aşamasında olduklarından dolayı, dili öğrenme ve içselleştirme çabalarının yanı sıra ayrıca o dili konuşan çoğunluğu oluşturan toplum ile kendi aralarındaki toplumsal statü ve yaşam farkını en aza indirmenin ve bu topluluğa uyum sağlamanın da gayreti içindedir. Yeni dili içselleştirmiş, tutarlı ve birlikli bir benlik idealine dayanan, kimlik, kişilik bilinci gelişmiş, sosyoekonomik açıdan daha güvenli bir konumda bulunan ikinci nesiller ise, anadilden ve onu konuşmaktan utanmak bir yana, kendi öncüllerinden daha kararlı ve inisiyatif almaya daha istekli olma eğilimdedirler. Sağlıklı bir tartışma zemini oluşturmak ve istenen sonuçlara ulaşmak için söz konusu toplumun barınma, beslenme, güvenlik, sağlık gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmış olması, benzer büyük sorunların büyük ölçüde çözülmüş olması gerekmektedir. Bu sorunların yoğunluklu yaşandığı bir toplumda dile ilişkin kısa ve uzun vadeli çalışmaların başarısı kuşkulu olduğu açıktır.
Göz önünde bulundurulması gereken bir diğer konu toplumda dil seçimini önündeki engellerin kaldırılması ve bireylerin özgür seçimine bırakılmasıdır.[14] İnsanların dillerini seçme özgürlüğünün her şeyden önce sağlıklı bir bilgilenme temelinde yapılması, dilin saygınlığının ve diğer dillerle eşit olduğunun bireyler ve toplum tarafından kabul edilmesi gerekir. İnsanların dillerinden vazgeçmeye hazır olmaları, dillerinin geleceği konusunda her hangi bir endişe duymamaları, yapılan girişimleri önemsememelerinin altında yatan nedenlerden biri de kuşkusuz o dilin insanların nezdinde saygınlığının olmamasından ileri gelmektedir.[15] Bundan dolayı toplumu, özellikle tehlikede olan dillerin de en az diğer diller kadar saygıya değer olduğunu ve korunması gerektiğine ikna etmek son derece önemlidir. Kimlik ve kültürün en iyi ifadesini ve görünümünü dilde ve dil aracılığıyla bulur ve dilin kaybolduğu durumda kimlik, kültür ve toplumsal aidiyet krize sürüklenir. Hatta kimi durumlarda bunlar da kaybolur. Dilin toplumsal yaşamın her yönünü kuşatan bir olgu olarak kültürün kalbi olduğunu belirten Crystal,[16] tıpkı bir insanın kalp krizini atlatıp yaşamına devam edebilmesi gibi, toplumun da kalbi konumunda olan dilin ölümüyle krize girse de varlığını yine de sürdürebileceğini belirtir.
Neler yapılabilir?
Tehlikede olan bir dil, o dili konuşanların hakim toplum içindeki saygınlıklarının artmasıyla gelişme gösterir. Medyada görünür olmak, yazı ve görsel basında yer bulmak ve çeşitli programlara ve haberlere konu olmak Zazaca için yapılacak ilk çalışmalar arasında yer almalıdır. Bu açıdan Zazaca Tv girişimi olumlu ve yerinde bir başlangıçtır.
Tehlikede olan dilin mensuplarının zenginleşmeleri ile dilin kendisi de zenginleşir. Grenoble ve Whaley: “Ekonomi, tehlikede olan dillerin kaderini değiştirecek güce sahip olan belki de tek ve en güçlü etkendir.” der. [17] Katalan bölgesinin güçlü ekonomisi, dilin gelişmesini ve yayılmasını sağlamıştır. Tehlikede olan dillere ev sahipliği yapan bölgelerde turizmin eşlik ettiği hizmet ve sanayi sektörünün gelişimi yerel dilleri canlandırılmasında olumlu role sahipken, yabancı sermayeyi gerektiren yer altı madenciliği ile ağır sanayinin bu gelişmeye ket vurması ve gelişmeyi olumsuz etkileme potansiyeli yüksektir.
Tehlikede olan dil, bu dilin mensuplarının çoğunluğu oluşturan toplum içinde meşru, yasal gücü artarsa gelişme gösterir.
Dilin eğitim sistemine dahil edilmesi
Tehlikede olan dil çoğunluğu oluşturan toplum içinde sistemin içinde yer alarak öğretilirse istenen sonucu vermeyecektir. Sağlıklı bir eğitim öğretim ortamı, hakim toplumun dilinin yanı başında yerel dile de yer vermekle mümkündür. Eğitim öğretimin başarılı olmasında iyi eğitim materyali ve donanımın da etkili olduğu gözden uzak tutulmaması gereken bir başka yöndür. Eğitim öğretim dili olmasının yanı sıra bu dil yazı dilini oluşturmak için yazıya geçirilmelidir. Ancak hangi lehçenin yazı dili olacağı sorun olacaktır. Teknoloji dilinde de bu dilin yer bulması gerekir. İletişim dili olarak kurulması için de internet üzerinde çeşitli tasarımlara ve programlara yer verilmelidir.
Akira Yamamato’ya[18] göre tehlikede olan dilin canlandırılması için şu öneriler hayata geçirilmelidir:
Dilsel çeşitliliğe karşı olumlu tutum içinde olan hakim bir kültürün varlığı,
Azınlık toplumunda bulunması gereken güçlü etnik kimlik,
Eğitim programları,
Çift dilli/çift kültürlü okul programları,
Anadili konuşanların öğretmen olarak eğitim programlarında yer almaları,
Anadili konuşan toplumun bu dili günlük hayatında kullanmaları, Azınlık grubunun içeride ve dışarıda yekpare bir topluluk olmaları, Yazı dilinin geliştirilmesi gerekmektedir.
Lyn Landweer[19] ise çoğu yukarıdakilerle ortak olan önerilerini şöyle sıralar:
Hakim dil karşısındaki direnme gücü,
Söz konusu dili akıcı konuşan topluluğun varlığı,
Konuşanların sosyal iletişim gruplarındaki dağılımı,
Topluluğun içte ve dışta tanınması,
Dilin çevresindeki dillere göre görece itibarı, İstikrarlı bir ekonomik yapı.
Bu konuda çalışacak olan dilbilimci, işe verileri toplamakla başlanmalı. Toplanan veriler yazılı ve sözlü olarak derlenmelidir. Dili akıcı konuşanlardan sözlü ve yazılı veriler derlenmelidir.
SONUÇ
Zazaca’nın korunması için yapılması gerekenler şunlardır:
Toplumun üyeleri ve dışarıda bulunan saha uzmanları bir araya gelmeli, birbirlerini tanımalı ve bir ekip oluşturmalıdır;
Zazaca’nın içinde bulunduğu durum net olarak ortaya konmalıdır-dilin tehlikede olduğu, toplumun gereken tedbirleri almasının bir sorumluluk gereği olduğu ve yapılacak şeylerin olduğu;
Sosyopolitik durum ve dini duyarlılıklar dikkate alınmalı, dile ilişkin tedbirleri alırken bu hassasiyetler dikkate alınmalıdır;
Uzun ve kısa vadeli planlar yapılmalı, anadil, ikinci dil öğretimi veya her ikisi birlikte yürütülecekse ikisine birden ağırlık verilmelidir;
Dilin korunmasında önceliğin hangi konuda olacağı belirtilmelidir;
Ekibin birlikte çalışma esasları tedbir almalıdır;
Veri toplama süreçleri üzerinde uzlaşılmalıdır;
Model konuşmacılar seçilmelidir;
Hem konuşma hem de yazma için bir standart geliştirilmeli, herkesin anlayabileceği bir alfabe geliştirilmelidir;
Zazaca’nın yazılı ve sözlü olarak yaygın kullanılmasının standartları belirlenmelidir;
Okullarda okutulmalıdır;
Edebi eserler yazılmalı ve Zazaca’ya çevrilmelidir; Zazaca’nın bölgesel dil olarak tanınmalıdır.
KAYNAKÇA
Akira Yamamoto. Retrospect and prospect on new emerging language communities. In Ostler (ed.), 1998, s. 114.
Akira Yamamoto, Mathias Brezinger and Mar’a E. Villalo’n. “A Place for All Languages: On Language Vitality and Revitalization” Museum International, published by UNESCO and Blackwell Publishing Ltd. No: 239, Vol: 60, No: 3, 2008, s. 60-70,
B. Harrison. 1997. “Language Integration: Results of an Intergenerational Analysis”, Statistical Journal of the United Nations ECE 14. s. 289–303, 2007.
David Crystal. Language Death, Cambridge University Press, 2000
Daniel Nettle, and Suzanne Romaine. 2001. Vanishing voices. Oxford: Oxford University Press, 2000.
Dorian, Nancy C. “Western Language Ideologies And Small-Language Prospects”, In Grenoble and Whaley (eds.), 3–21, 1998.
Fishman, J. A. Reversing Language Shift. Clevedon: Multilingual Matters. 1991.
Frank Seifart. “Situation of the indigenous languages of Colombia, especially Chimila.” Ogmios 9. 1998, s. 8-10, In Crystal, s. 125.
Hilaire Paul, Valiquette. “Community, professionals, and language preservation: first things first”. In Ostler (ed.), 1998, s. 107–12.
Kazuto Matsumura. (ed.) 1998. Studies in endangered languages (Papers from the International Symposium on Endangered Languages, Tokyo, 18–20 November 1995.
Tokyo: Hituzi Syobo Ken Hale. “On Endangered Languages And The Importance Of Linguistic Diversity”. In Grenoble and Whaley (eds.), 205 ff. “On Endangered Languages and The Safeguarding of Diversity”. Language 68.1992,1– 3.
Lenore A. Grenoble, and Lindsay I. Whaley. (eds.) Endangered languages: current issues and future prospects. Cambridge: Cambridge University Press, 1998.
M. Lynn Landweer, “Indicators of ethnolinguistic vitality: case study of two languages – Labu and Vanimo”. In Ostler (ed.), 1998. s. 64–72.
Matthias Brenzinger. “Various ways of dying and different kinds of deaths: scholarly approaches to language endangerment on the African continent”, 1998, In Matsumura (ed.), 85–100.
Monica Ward and Josef van Genabith, “CALL for Endangered Languages: Challenges andRewards”, Computer Assited Language Learning, 2003, Vol, 16, No: 2-3, s. 233-238.
Nicholas Ostler. ed. 1998. Endangered languages: what role for the specialist?
Nora C. England, 1998. “Mayan efforts toward language preservation.” In Grenoble and Whaley (eds.), s. 99–116.
[1] David Crystal, Language Death, Cambridge University Press, 2000, Viii
[2] Fishman Language spread and language policy for endangered languages. In Proceedings of the Georgetown University Round Table on Language and Linguistics. Washington: Georgetown University Press, 1991, s. 1–15.
[3] Monica Ward and Josef van Genabith, “CALL for Endangered Languages: Challenges and Rewards”, Computer Assisted Language Learning, 2003,Vol, 16, No: 2-3, s. 236
[4] Akira Yamamoto, Mathias Brezinger and Mar’a E. Villalo’n. “A Place for All Languages: On Language Vitality and Revitalization” Museum International, Published by UNESCO and Blackwell Publishing Ltd. No: 239, Vol: 60, No: 3, 2008, s. 64; Frank Seifart. “Situation of the indigenous languages of Colombia, especially Chimila.” Ogmios 9. 1998, s. 9, In Crystal, s. 125.
[5] Dorian, Nancy C. “Western Language Ideologies And Small-Language Prospects.” In Grenoble and Whaley (eds.), 3–21.1998
[6] David Crystal, Language Death, Cambridge University Press, 2000, s. 29
[7] Harrison, B. 1997. “Language Integration: Results of an Intergenerational Analysis”, Statistical Journal of the United Nations ECE 14. 289–303.2007; Nettle, Daniel and Suzanne Romaine. 2001. Vanishing voices. Oxford: Oxford University Press, 2000.
[8] Hale, Ken. 1992a. “On Endangered Languages and The Safeguarding of Diversity”. Language 68, 1992, s. 1–3.
[9] Crystal, Language Death, s. 49
[10] David Crystal,Cambridge encyclopedia of language. 2nd edn. Cambridge: Cambridge University Press.1997, ss, 49, 60
[11] Crystal, Language Death, s.91
[12] Crystal, Language Death, s. 92
[13] Crystal, s. 97
[14] Ken Hale. “On Endangered Languages And The Importance of Linguistic Diversity”. In Grenoble and Whaley (eds.), 1998. s. 213, 215.
[15] Brezinger, Heine, Somner, Brenzinger, Matthias, Bernd Heine, and Gabriele Somner. 1991.
“Language death in Africa”. In Robins and Uhlenbeck (eds.), 1991. s.37
[16] Crystal, Language Death, s.122
[17] Crystal, Language Death, s.122
[18] Akira Yamamato. “Retrospect and prospect on new emerging language communities.” In Ostler (ed.), 1998, s. 114.
[19] M. Lynn Landweer, “Indicators of ethnolinguistic vitality: case study of two languages – Labu and Vanimo”. In Ostler (ed.), 1998. s. 64–72.