Soğutma Taktikleri

Soğutma Taktikleri

Derler ki, bir deli bir taşı suya atmış, yedi akıllı uğraşmış uğraşmış çıkaramamış. Aslında taşı atan hesaplı iş yapmış. Çünkü hiçte deli değilmiş ve ulaşmak istediği bir hedefi varmış. Doğrusu hedefine varmak için öyle bir iş yapmış ki, oradakilerin aklı bu işe ermemiş. Aklı ermeyen cemaat, kuyruğu dik tutmak için adamı deli ilan etmiş. Sözde yedi akıllıyı sırılsıklam ıslatan adam (adamlar) da, hep pervazsız deli havasına kaptırmış kendini.

Delilerin attığı taşların o sularda durup, durmadığını bilen yok. Ancak yaşlı cemaat, yeni yetme olan cemaate hadiseyi ha bire anlatmış ve ondan sonra göçmüş. Odur budur köye, okula, yaylaya, tarlaya, kışlaya, kasabaya, Hanya´ya, Konya´ya gidip gelenlerin, bu suların kıyısından geçerken hep aklı karışıyor.

Doğrusu, soğuk savaş masallarının hedefi sahipsiz zayıf akılları karıştırmaktır.

Son yüzyılda devlet, zorla tek dil ve tek millet yaratmak için, yüzlerce yıldan beri Anadolu´da yaşayan halkları dili ve kültürüyle öldürmeyi hedefledi. Bu işi gerçekleştirmek için soykırımlar yaptı. Aynı devlet Dêsım´de (Dersim) asker, polis ve ajan olarak çalıştırdığı memurlarıyla, özellikle Zaza Alevi halkı takip etti. Dêsım´i, Zaza halkın ilişkisinin olmadığı bir savaşın alanı haline soktu. Bilinçli olarak gece teröristle, gündüz asker ve polis baskısıyla Dêsım boşaltıldı. 1980 asker darbesi, Zaza Alevilere 2.ci 1938´i yaşattı. Evliyalar diyarı tarumar oldu. Hayatta kalanlar çil yavrusu gibi Batı Anadolu ve Dünyaya dağıldılar.

Bu saydıklarım devletin kanunları, askeri, polisi ve memuruyla yaptıklarıdır. Bir de kanun, asker ve polisle yapılmayanlar var: Kaynağı belli olmayan düşmanca ağız propagandaları. Bu tür propagandalar soğuk savaş taktikleri olarak da adlandırılır.

Aşağıda Zaza halka karşı bilinçlice üretilmiş birkaç tanesine değineceğim:

1. ALLAH VE ZAZACA

Çevremde konuşulanları anlamaya başladığımda, tahminen 1966/70´li yıllardı. Zazaca ve Türkçe, okula gitme ilikişi içerisinde konuşulunca, Zazalardan askere gidip gelenler, ebeler, hemşireler, tahsildarlar ve öğretmenler, gelişigüzel şöyle söylerlerdi: „Allah, Zazaca´yı eşeğe vermiş, eşek dahi bu dili kabul etmemiş.”

Korkunç! Bugün dahi bu sözü hatırlayınca, tüylerim diken diken oluyor.

O günün şartlarında hiç kimse (şair, yazar, çizer, demokrat, hakiki dindar vs.) çıkıp, „Dil bir halkın aidiyetinin ve kültürünün ve dolayısıyla bir halkın var olmasının anahtarıdır. Bir halkın dili öldüğünde, o halkta ölür. Bu Zaza halkına karşı düşmanca bir propagandadır. Bu söz deli saçması, vs.” diyememiştir.

Çünkü Dêsim´de (Dersim), Çolıg´da veya diğer Zaza bölgelerinde bunu diyebilme kudretine sahip olup milli bilince ermiş kesim 1920/21, 1925 ve 1937/38 de ve kitlesel olarak katledilmiştir.

1938 Dêsim Zaza Alevi Soykırımı esnasında dağda, mağarada, ağaç kovuğunda kurtulabilenler, yaşlı, hasta, çocuk ve hamile kadınların nasıl kurşuna dizildiklerini ve süngülendiklerini; genç kız ve gelinlerin nasıl ırzına geçildiğini ve bunların nasıl intihar ettiklerini; ganimetçi zihniyetin nasıl ölüleri ve evleri soyduklarını ve arkasından evleri nasıl ateşe verdiklerini; dede, nine, anne, baba, kardeş, akraba ve köylülerinin günlerce yaz sıcağında kurtlanıp kokan cesetlerinin kurtlar ve hatta köpekler tarafından nasıl parçalandığını; devlet tarafından hayvanları ve yiyecekleri çalınan sahipsiz Zaza Alevi halkın nasıl bir açlık ve sefilliği yaşadığını, görüp yaşamak zorunda kaldılar.

2. ATATÜRK ALEVİ(!)

Dêsım Zaza Alevi Soykırımının Atatürk´ün emriyle yapıldığına dair başta İhsan Sabri Çağlayangil ve Celal Bayar olmak üzere binlerce tanık ve bir çok yazılı belgenin mevcut olmasına rağmen; „Atatürk Alevidir. O olmasaydı Dêsim'de hiç bir insan katliamdan sağ kurtulamazdı.”, propagandası da devlet tarafından kısa bir süre önceye kadar Dêsımli Zaza Alevilerin ağzından yaptırıldı.

Çünkü son 70 yıl boyunca Zaza Aleviler, devlet tarafından sistematik, sıkı bir takibe alınıp aşağılandı. Bu durumda Türkiye halkları (Türk Aleviler de dahil) devletin bu tutumuna karşı duracağına, Dêsim Zaza kökenlileri ipsiz sapsız, dinsiz imansız görüp dıştalama eğilimi gösterdiler.

Çünkü 19. yüzyılda Amerika, Afrika, Avrasya´da Zencilerin ve Kızılderililerin, Avusturalya´nın yerli halkı olan Aborjinlerin Beyazlar tarafından gördüğü muameleyi, Türkiye´de yerli bir halk olan Zaza halkı gördü.

Çünkü Zaza il ve ilçelerindeki devlet memurları ve askerleri, Zaza halkını birbirine karşı kullanarak zulüm estirdiler. Hem birbirine kışkırtarak bölüp parçaladılar ve hem de rüşvet alarak halkı soydular.

Devlet, Zaza Aidiyetini ve Zaza Dili´ni kesin öldürmek için çalıştı. Bu durumda devletin (memurun, asker ve polisin, ajanın ) hışmından kurtulmak için Zaza halktan bazıları, sistemin hedefi için çaresizlik içerisinde kendi intiharı kalitesindeki propagandaları yaptılar.

3. AĞLERÊ DÊSIMİ

Başta dönemin Cumhuriyet Gazetesi ve diğer birçok Pantürkizm yayın, 1937/38 de kesilenlerden özellikle Dêsim ileri gelenlerini (Ağlerê Dêsim) eşkiya, ilkel (asosyal), haydut, namusuz, dinsiz imansız, hırsız, sömürgen, çapulcu, gerici, v.b. olarak propaganda etmiştir. Devlet dev imkanlarını seferber ederek tüm bu iftira ve savsatalarıyla Anadolu ve dünya kamuoyunu aldatmıştır. Ülkemizde devletin bu propagandalarını sadece sağcı ve dinci kesim desteklememiş; başta dönemin TKP´si olmak üzere Türkiye´nin tüm solcu ve demokrat örgütleri (işçi sendikaları da dâhil), yazar ve çizerleri, 1938 Dêsim Zaza Alevi Soykırımının yapılmasını doğru ve haklı göstermeye çalışmışlardır.

4. ŞEYH SAİT VE SEY RIZA

Nasıl ki bir kedi kaçamayacak kadar hırpaladığı bir fareyle istediği gibi oynayabiliyorsa, devlet de düşürüp sahipsiz hale soktuğu Zaza halkının tüm değerleriyle (itibar, dil, inanç, kültür v.d.) oynamıştır.

1925 Çolıg-Piran Hadisesinden önce Sünni Zaza lideri Şeyh Said´in olası savaşta Alevi Zaza lideri Şeyh Rıza´dan destek almak için Dêsim´e geldiğini; Şeyh Rıza´nın misafirlerini, kurban keserek ağırlamak istediğini; misafirlerin; „Kızılbaş´ın kestiği yenmez.” demek isteyerek hizmeti kendi elleriyle yaptıklarını; ertesi sabah destek konusunda söz verme gündeme geldiğinde Şeyh Rıza´nın, „Dokunduğumuzu haram sayıp yemeyen kardeşe güvenilmez.”, dediğini ve destek vermediğini ben de duydum.

Bu işi kaynağına en yakın araştırmak için Şeyh Rıza´nın torununun oğlu olan sevgili Rüstem Polat´a 1995 yılında Almanya/Lingen´de birkaç defa misafir oldum. Tayibi açtım. O konuştu. Bu konuşmaları kendi imkanlarımla „Tornê Sey Rızay Qesey Keno / Sey Rıza´nın Torunu Konuşuyor” adı altında kitap olarak yayınladım. Bu kitapta sormuş olduğum röportaj sorularından biri de Şeyh Said´in, Şey Rıza´yla bu sözde görüşmesine dairdir. Sözde diyorum çünkü bu masal devletin, Sünni ve Alevi Zazaların birleşmesini engellemek amacıyla ustaca hazırlatıp, düşürdüğü Zaza Alevilere söylettiği bir propagandadan başka bir şey değildir. Eğer öyle değildir diyen varsa, devletin arşivlerine başvursun. Devlet, o dönemde sıkı takip ettiği bu iki liderin eğer görüşmeleri olmuşsa, mutlaka kayıt altına almıştır.

5. DÊSİM´DEN ÇOLIG´A

Mamekiye (Tunceli il merkezi) ile Çolıg (Bingöl) ilinin doğrudan karayolu veya demiryolu bağlantısı yoktur. Qısle (Nazımiye) veya Mazgerd (Mazgirt) üzerinden Bingöl´e mevcut köy yolları askeri araçlar için tasarlandığından akıcı bir trafiğin işlemesine birçok noktada elverişsiz ve sadece yazın birkaç aylığına kullanılabilir durumda.

Bugün de Mamekiye´den Çolıg´a (Bingöl) gitmek isteyen bir yolcu, önce Mamekiye´den Kovancılar´a, sonra Kovancılar´dan Çolıg arabalarına binmek zorundadır. Google'ın hesabına göre Mamekiye (Tunceli), Kovancılar´a 73 km.; Kovancılar, Çolıg´a (Bingöl) 74 km. olmak üzere toplam 147 kilometredir.

Mamekiye (Tunceli), Depe (Karakoçan) üzerinden işler bir yolla Çolıg´a bağlanmış olsaydı, bu yol yaklaşık 1/3 kadar kısalırdı.

Cumhuriyet döneminde Mamekiye´den Çolıg´a gidip gelmek çok zor ve çok zaman aldığından Dêsım Zazaları, Pazar olarak ya Elazığ´ı ya da Erzincan´ı kullanmak zorunda kalmıştır. Çolıg (Bingöl) ve Dêsım birbiriyle ticaret yapamamış; ekonominin yanı sıra ruhsal, siyasal ve kültürel ilişkileri gelişmemiştir. İş böyle olunca, „Devlet neden Zazaların % 80 dolayında çoğunluk oluşturduğu bu iki ili, kara ya da demir yoluyla birbirine bağlamamış?”, sorusu hemen akla geliyor.

Doğrusu devlet, Zazaları Türkleştirmek için işi asla tesadüfe bırakmamış. Tersine tüm kurum ve imkanlarıyla Sunni ve Alevi Zazaları birbirinden uzaklaştırmak için sistematik (planlı ve programlı) çalışmıştır. Dêsım merkezi olan Mamekiye (Tunceli) ile Çolıg´ın (Bingöl) işler direk bir yolla birbirine bağlamamış olması da bu zihniyetin işlediğine işaret ediyor.

Alevisi ve Sunisiyle Zazaların geçmişi analiz edip yargılamalarının zamanıdır. Sünni ve Alevi Zaza cemaatleri, iğneyi sadece itikati biraz farklı olan kardeşlerine batırmadan önce kendilerine batırmalıdırlar. Yani kusurların dokümanını yaparken kendinden başlamalıdırlar. Böyle davranmaları ciddi ve kalıcı bir diyalogun başlangıcı olabilir. Zazaların cahiliye dönemi ancak böyle aydınlanabilir. Zaza halkı ancak böyle demokratik haklarına kavuşabilir. 2009 da UNESCO tarafından kaybolma tehdidi altındaki diller arasında listelen Zaza Dili, ancak Sunni Zaza ve Alevi Zazaların ruhsal bütünlük oluşturarak ticari, sosyal ve siyasal alanlarda beraber çalışmalarıyla gelişip kurtulabilir.


Paylaş